
Cengiz Söylemezoğlu
Kıdemli Avukat
GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU
Güveni kötüye kullanma suçu, TCK’nın malvarlığına karşı suçlar bölümünde düzenlenen ancak niteliği itibariyle mülkiyet ve zilyetlik hakkı ile birlikte güven ilişkisini de koruyan, bu yönüyle diğer malvarlığına karşı işlenen suçlardan ayrılan, suçun oluşabilmesi için mağdurun malvarlığında herhangi bir eksilme şartının da aranmadığı özel nitelikte bir suçtur.
Güveni kötüye kullanma suçu ile korunan hukuki değer; mülkiyet, zilyetlik ve taraflar arasında oluşan güven ilişkisidir.
Güveni kötüye kullanma suçunun söz konusu olduğu hallerde, özel hukuk bakımından da sorumluluk doğabileceği düşünülmekle birlikte, kamu vicdanı ve cezanın önleme işlevi göz önüne alındığında, salt taraflar arasındaki özel hukuk ihtilaflarının giderilmesi yetersiz kalacağından, toplumda, huzurlu ve güvenli bir yaşamın tesis edilebilmesi, kamu düzeninin sağlanması için, şartları oluştuğu takdirde cezai müeyyidelendirmenin de gerekli olabileceği muhakkaktır.
Güveni kötüye kullanma suçu, 5237 Sayılı TCK’nın 155. Maddesinde düzenlenmiştir. TCK m. 155/1’de suçun basit şekli, m.155/2’de ise nitelikli şekli yer almaktadır.
TCK m. 155/1’e göre; ‘Başkasına ait olup da muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adli para cezası ile cezalandırılır.’
TCK m.155/2’ye göre ise; ‘Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adli para cezasına hükmünolunur.’
765 Sayılı Eski TCK’da 508. ve 510. maddelere karşılık gelen güveni kötüye kullanma suçunda, tipikliği oluşturan hareketler seçimlik olarak; eşyayı satmak veya rehin etmek veya sarf ve istihlak etmek yahut ketim ve inkar etmek veyahut tahvil ve tağyir etmek olarak sayılmaktayken, Yeni 5237 Sayılı TCK’da ise böyle bir kısıtlamaya gidilmeyerek, suçu oluşturan hareketler sınırlayıcı olarak sayılmamıştır. Böylelikle, suçun her türlü icrai veya ihmali hareketle işlenebileceği kabul edilmiştir.Kanun koyucunun bu düzenlemeyi yapmasının temel amacı da gelişen ticari hayattaki büyüklükten kaynaklanmaktadır.
Bu yazıda, güveni kötüye kullanma suçunun tanımından, benzer suçlarla olan ilişkisinden, suçla korunan hukuki değerden ve suçun tipikliğinden kısaca bahsedilecek olup, detayında ise uygulamada geniş yer tutan ‘güveni kötüye kullanma suçunun hukuki ihtilafla ilişkisi’ üzerinde durulacaktır.
Güveni kötüye kullanma suçu ile benzer kategoride yer alan diğer suçlar; hırsızlık, yağma, dolandırıcılık ve zimmet suçlarıdır. Güveni kötüye kullanma suçunun, malvarlığına karşı işlenen ve benzer diğer suçlardan farkı ve ayırt edici özelliği; mağdur ile failin suçtan önce var olan kişisel ilişkileridir. Söz gelimi, hırsızlık veya dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için, birbirini tanımayan taraflar arasında evveliyatı olmayan ve her şeyden bağımsız olarak ani gelişen hukuka aykırılıklar yeterli olabiliyorken, güveni kötüye kullanma suçu bakımından, taraflar arasında önceye dayanan bir zilyetlik ilişkisi bulunması gereklidir. Bu suçun, dolandırıcılık suçu ile de benzer özellikleri bulunmaktadır. Ancak dolandırıcılık suçunda, fail malın zilyedi ile aralarında güven ilişkisi kurulması sırasında dolandırıcılık kastıyla hareket edip, zilyetliği hileli hareketlerle malın zilyedini aldatarak elde etmektedir. Güveni kötüye kullanma suçunda ise güven ilişkisi kurulurken suç işleme kastı olmamakla birlikte, suç işleme iradesi sonradan ortaya çıkmaktadır.
Güveni kötüye kullanma suçu, olası ve doğrudan kast ile işlenebilen suçlardan olduğundan, suçun oluşması bakımından failin suç işleme kastıyla hareket edip etmediği önem taşımaktadır. Hukuki ihtilaf ve suç ayrımında da, failin kastının (MANEVİ UNSUR) belirlenmesi önem taşımaktadır. Maddi olayın, hukuki ihtilaf kapsamında kalıp kalmadığını belirlemek için her somut olay, kendi özellikleri çerçevesinde değerlendirilerek bir kanaat oluşturulmalıdır. Olay irdelenirken, aradaki ilişkinin ticari ilişki veya Borçlar Kanunu veya mali hukuk kapsamında değerlendirilebilecek türden bir ilişki olup olmadığı da önem taşımaktadır. Bu, genel bir kural olmayıp, uygulamada sıkça yer tuttuğundan önemli bir örnektir. Sosyal ya da ticari konumları gereği, aralarında ticari bir ilişki bulunabilecek kimseler arasında cereyan eden ve ihtilafın temel sebebinin maddi çıkarlar olduğu durumlarda, güveni kötüye kullanma suçunun sıklıkla oluşmadığı ve ihtilafın hukuki ihtilaf sınırında kaldığı, aralarında vekalet, temsil veya işveren ilişkisi bulunup da, taraflar arasında cereyan eden ihtilafın temel sebebinin güven ilişkisinin zedelenmesine dayalı maddi çıkarlar olduğu durumlarda ise güveni kötüye kullanma suçunun daha sıklıkla oluştuğu hususu, uygulamadaki örneklerden çıkarılabilecek bir sonuçtur.
Elbette ki, özgürlüklerin asli, yasakların ise fer’i nitelikte olması gereken bir hukuk düzeninde ve sözleşme serbestisi gereğince, taraflar arasında cereyan eden ilişkilerin hukuki ihtilaf boyutunda kalması esassa da, maddi olayın hukuki ihtilafı aşan ve kamu vicdanını yaralayan ve suç işleme kastını da barındıran boyutu, cezai müeyyidelerle karşılanmak zorundadır.
Hukuki ve cezai boyutu olan güveni kötüye kullanma suçunda, mağdur tarafın maddi menfaatinin geri teslim edilmesi, tek başına adalet duygusunu tatmin etmez. Bununla birlikte, failin ‘kanunun suç olarak saydığı eylemleri işleyerek maddi menfaat elde etmesine’ kanun merhamet etmemelidir.
Uygulamada, güveni kötüye kullanma suçlarından dolayı yapılan şikayetlerin, soruşturma aşamasında yeterli ve kapsamlı şekilde soruşturulmadan ve bazen de yanlış hukuki tasnif yapılarak, genel olarak takipsizlik kararlarıyla sonuçlandığı görülmektedir. Maddi olay içerisinde, hukuki nitelikte bir menfaat çatışması da olduğu hususu tespit niteliğinde olması gereken bir yorum olup, tek başına takipsizlik kararlarına gerekçe teşkil etmesi, kanunla korunmaya çalışılan değerlere aykırıdır. Failin suç işleme kastı taşıyıp taşımadığı hususları dahi irdelenmeden verilen takipsizlik kararları telafisi imkansız zararlar doğurabilmektedir. Zira, bir gerçek şahsın diğer bir gerçek şahsa olan ve çekten kaynaklanan borcu hukuki ihtilaf mahiyetindeyken, bir gerçek şahsın diğer bir şahıs tarafından kendisine verilen emanet çekler üzerinde, sahibinin hilafına ve kendi çıkarına yönelik olarak tasarrufta bulunması, hukuki ihtilafla birlikte cezai sorumluluğu da getirmektedir. Anılan iki örnek arasında, ciddi farklar bulunmaktadır. İkinci örnek sebebiyle şikayette bulunan bir kimseye, dolaylı yoldan ‘bu olay, para borcuna ilişkindir, bunu icra yoluyla veya mahkemelerden talep et’ demek, kişinin fesada uğratılan ve kasıtlı olarak sakatlanan iradesinin ve kötüye kullanılan güveninin görmezden gelinmesi demek olacaktır. Bu da mağdur bakımından, adalet duygusunun tatmin olmaması sonucunu doğuracaktır.
Aşağıda, örnek mukabilinden alıntılanan iki Yüksek Daire kararında, hukuki ihtilaf ve güveni kötüye kullanma suçunun sınırları çizilmiştir.
‘…Şirkette genel müdür olan şüpheli hakkında, dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçlarıyla ilgili yapılan şikayet üzerine savcılık tarafından hiçbir araştırma yapılmaksızın, şüphelinin ifadesine dahi başvurulmadan olayın hukuki mahiyette olduğundan bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına itiraz edilmiştir…Ortada, yasaya uygun bir soruşturmanın bulunmadığı bir durumda, itirazı inceleyen merciin savcının soruşturma yapmasını sağlamak maksadıyla itirazın kabulü yerine reddine karar vermesi isabetli değildir…’(Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 03.05.2012 tarihli, 2012/2605E.2012/36243K. Sayılı karar)
‘…Kömür satıcılığı yapan sanığın, kömür getirmek için müştekiden 10 milyon lira aldığı, işlerinin bozulması nedeniyle kömür getiremediği gibi mezkur parayı müştekiye iade etmediği, olayda itimadı suiistimal suçunun unsurları oluşmadığından, fiil, hukuki ihtilaf kapsamında kalır…’ (Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 14.06.2004 tarihli ve 7249/5185 sayılı içtihadı birleştirme kararı)
‘…Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş gayesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
Somut olayda; sanığın, müştekiye ait lokantada aşçı olarak çalıştığı, müştekinin, mal aldığı kasaba ödeme yapması için bankamatik kartını sanığa teslim ettiği, sanığın bankamatik kartı ile çekmiş olduğu 1.000 TL parayı ve iş yerine ait motosikleti alarak kaçtığı anlaşılmakla, atılı suçun sübut bulduğuna yönelik kabul ve uygulamada bir isabetsizlik görülmemiştir…’ (Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 22.04.2014 tarihli, 2012/15652E. ve 2014/7874K. sayılı kararı)